İlim Yolculuğuna Hoş Geldiniz
İlahiyat Fakültesi
24/01/2015 02:00:27 - 24/01/2015 02:00:27 - 46978 Okunma

MOLLA HÜSREV (ö. 885/1480) VE

MİR’ÂTÜ’L-USÛL ADLI ESERİNİN

KAYNAKLARI

İlmin özel adı olarak Usûlü’l-Fıkh tarifi:

فى إثبات الثانية بالأولى. أصول الفقه علم يعرف به أحوال الأدلة والأحكام الشرعيتين من حيث أن لها دخلا

 “Şer’î hükümlerin şer’î delillerle sabit olması, şer’î delillerin de şer’î hükümleri ispat etmesi bakımından, bu delil ve hükümlerin durumlarının kendisi ile bilindiği bir ilimdir.”

Usûl: Kavram haline gelen usul/اصول kelimesi asl/اصل kelimesinin çoğulu olup sözlük ve ıstılah/kavram olmak üzere iki anlamı vardır.

Sözlükteki anlamı aşağıda verilen ibarelerden de anlaşılacağı gibi usulcüler nezdinde çeşitlidir.

a) Başkasının kendisi üzerinde bine edildiği şey anlamındadır. (Ebu el-Hüseyin el-Basrî Umed şerhi.)

b) Kendisine ihtiyaç duyulan anlamındadır. (Fahru’d-Din er-Râzî Mahsûl ve Muntahab. Tahsil sahibi de aynı görüştedir.)

c) Bir şeyin tahakkukunun kendisine dayandırıldığı şey anlamında. (Amidî İhkam ve Müntehâ’s-Sûl.)

d) Bir şeyin kendisinden olan anlamında. (Hasıl sahibi.)

e) Bir şeyin menşei anlamında. (Bazıların görüşü) ...

Istılah/kavram olarak ise yine usulcüler nezdinde dört çeşit anlamı vardır.

a) Delil: Bu meselenin aslı Kitap, sünnettir yani delilidir, sözü gibi. Bu takdirde fıkıh usulü fıkhın delilleri anlamındadır.

b) Tercih: Sözde asl olan hakiki manadır, sözü gibi. Yani işitenin tercihi mecaz anlam değil, hakiki anlamdır.

c) Kaide: Muztar durumda olan için, aslın aksine yasaklananın mubah olması, sözü gibi.

d) Kendisine kıyas yapma şekli.

Böylece ıstılahta da delil, tercih, kaide ve kendisine kıyas edilen şey manalarına ayrı ayrı nakledilmiş olduğu görülmektedir.

 Fıkıh: Bir şeyi bilmek ve derinlemesine anlamak manasından kavramlaşan “fıkıh” kelimesinin de yukarıda verilen usul kelimesi gibi biri sözlük diğeri ıstılahı olmak üzere iki manası vardır.

Sözlükte, Fahru’d-Din er-Râzî’nn Mahsûl ve Muntahab’da belirttiğine göre ‘konuşanın maksadını sözünden anlama’ manasındadır. Ebu İshak Luma’ şerhinde ‘eşyayı/varlığı incelikleri ile anlama’ manasında olduğunu belirtmektedir. Bu nedenle ‘فقهت ان السماء فوقنا / gökyüzünün üstümüzde olduğunu kavradım’ denmez. Amidî ise anlamak manasındadır, doğrusu da budur, demektedir. Cevherî de fıkh etme kavramadır, 4. babtan ‘sözünü kavradım, kavrıyorum” yani “anladım, anlıyorum” denir.

 فما لهؤلاء القوم لايكادون يفقهون حديثا  olduğunu  مانفقه كثيرا مما تقولsöyledi ولكن لاتفقهون تسبيحهم . Görüldüğü gibi yukarıda verilen bilgiler F-Q-H / ه ق ف kök ve “فـَقـِهَ ـَ  kelimesinden isim olan Fıkh  الفقه” sözlükte, biri dış dünya ile ilgili olan: a) ‘Bildiعلم ’ anlamındaki ‘ilimالعلم ’, b) ‘Anladıفهم ’ anlamındaki ‘fehmالفهم ’ ve c) ‘Tanıdıعرف ’ anlamındaki ‘marifetالمعرفة ’, d) ‘Algıladı/aklerdirdi-Yetiştiدرك ’ anlamındaki ‘idrak الادراك’ ve ‘ince şeyleri kavradı دري’ anlamındaki ‘dirayet الدراية’  kelimelerinin aşamalı olarak anlamlarını;

Diğeri de dünya ile ilgili: a) “Fikir الفكر, b) Zikirالذكر, c) Şuurالشعر ve d) Basarالبصر” aşamalarından geçirilip, bunların üstünde ve ötesinde, bilinenleri anlayıp tanıyarak “re’y الرأى” oluşturmak için, ‘derinlemesine kavramak’ manasında özel bir anlama sahip ender bir kelimedir. Bir başka ifade ile fıkıh,

Fıkıh = Bilme + Anlama + Tanıma + İdrak +...” değil,

Fıkıh = Bilme * Anlama * Tanıma * İdrak *...” tır.

Istılahta Hanefiler tarafında “insanın, amel yönüyle leh ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir.” şeklinde, Şafıîler tarafından da “işlenen amellerin şer’î hükümlerini tafsîlî delillerden bilmektir.” diye yapılan tanımların süreç içerisinde aşağıdaki biçimde yerlerini aldığı göze çarpmaktadır.

Genel Tanımı: Ebu Hanife (699-767) tarafından “Bireyin leh ve aleyhinde olanları tanımasıdır.الفقه, معرفة النفس ما لها وما عليها şeklinde yapılmıştır.

Kaynağına göre tanımı: İmam Şafii (767-819) tarafından fıkıh, “ الفقه العلم بالأحكام الشرعية العملية عن أدلتها التفصيلية "işlenen amellerin şer’î hükümlerini tafsîlî delillerden bilmektir." şeklindeki tanımı bir disiplin olarak kaynağına göre tanımdır.  

Konusuna göre tanımı: Ebu Hanife’nin yukarıda sunulan fıkıh tanımına ‘amelعملا /pratik’ kelimesi eklenerek yapılan, الفقه معرفة النفس ما لها وما عليها عملا “Bireyin günlük pratik hayatta leh/hak ve aleyh/vazife’lerini tanımasıdır.” tanımdır.

Fıkıh Usûlü Sahasında Ortaya Çıkan Ekoller: a) Fukaha metodu tümevarımı, b) Mütekellimîn metodu tümdengelim, c) Karma metot.

HAYATI VE ESERLERİ: Devrin Siyasî ve İlmî Durumu: Kazasker makamına getiren II. Murad ve Şeyhülislâm makamına getiren Fatih Sultan Mehmed Han devirlerinde yaşamıştır. Molla Hüsrev’in yaşamış olduğu devirde dünyanın en önemli olayı olan İstanbul’un fethi gerçekleşmiş ve yeni bir çağın açılmasına şahit olunmuştur.

Anadolu’da Selçukluların otoritesinin dağılarak, beyliklerin ortaya çıkması ve bu beyliklerin de güçlerini gelişmekte olan Osmanlı Beyliği ile birleştirmeleri neticesinde ortaya çıkan siyasî güç Anadolu’ya yeniden hâkim olup, düşmanlara karşı kazanılmış olan zaferlerle kendisini kabul ettirdiğinde Selçuklunun imar mirası üzerine ilmi faaliyetleri başlatmaları çok zor olmadı.

Anadolu’da bu gelişmeler olurken dışarıdaki ilim merkezlerinin bulunmuş olduğu yörelerde çeşitli siyasî kargaşalıklar nedeniyle bu merkezler etkilenmişti. Bu merkezlere ihtisas ve ilim tahsili için gelmiş bulunanların Anadolu’ya dönmesi ve kendi bölgelerinden daha çok emniyetli gördükleri için bazı âlimlerin Osmanlı topraklarına göç etmeleri neticesinde başta Osmanlı'nın merkezi durumunda olan yerlerden İznik, Bursa ve Edirne âlimlerin akınına uğradı. Bu hareketlilik ilmî faaliyetlerin gelişmesine vesile oldu.

Fatih Sultan Mehmed'in "Zamanımın Ebu Hanifesidir." diye iftihar ettiği bir şahsiyettir.

Nesebi ve Ailesi: Molla Hüsrev'in asıl adı Muhammed'dir. Babasının adı Feramerz'dir. Molla Hüsrev'in kendi el yazması Mir’ât'ın sonunda “Ketebehu ve ellefehu Muhammed b. Feramerz b. Ali” ibaresivardır.

Tahsili: Molla Hüsrev Molla Fenarî'nin (ö. 834/1431) Bursa Kadısı olan oğlu Yûsuf Bâlî'den (ö. 840/1436) çeşitli dersler okuyarak icazet aldı. Teftazânî'nın Osmanlı topraklarına hicret etmiş bulunan talebesi Burhânuddîn Haydar Herevî'dir (ö. 830/1427).

İlmî Şahsiyeti ve İfa Ettiği Görevler: Molla Hüsrev ilk görev olarak Edirne’de Şah Melik medresesinde müderrislik vazifesinde görülmektedir. Çelebi medresesinde müderrislik yapmıştır.

*Bu devirde Teftezâni'nin "Mutavvel" isimli eserine haşiye yazdı.

*Teftazanî ve Cürcânîden ders almış olan Ali b. Mûsâ er- Rûmî'nin (ö. 841/1437) "Es'iletü'r-Rûmî" diye bilinen eserine "Nakdu'l-Efkâr fi Reddi'1-Enzâr" adında bir eser yazdı.

*Mirkât adındaki usulülfıkh metnini de bu devirde yazmıştır.

"Kişinin mürüvveti sultanının devleti ve azlinde yanında bulunmakladır, uzletinizde sizi terk edemem" diyerek vazifesini bırakıp Manisa'ya gitti.. 850/1446 yılında bitirdiği Mirkât'ın şerhi, Mir'ât'ı Manisa'da yazmıştır.

İstanbul'un fethine katkısı olduğu muhakkaktır. İstanbul fethedildiğinde ilk kadı olarak atanan Hızır Bey'in (ö. 863/1458) ölümünden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından İstanbul kadılığına getirildi. Hatta Galata, Üsküdar ve Eyüp kadılıkları ile birlikte Ayasofya müderrisliği de ona verildi.

İlmi şahsiyeti ve otoritesi ile Padişahlık makamının ve diğer âlimlerin güvenini kazanmış bulunan Molla Hüsrev bir yemekte ya da Taht-i Hümayunda Fatih Sultan Mehmed'in Molla Gûrânî'yi (ö.893/1488) sağ tarafına ve kendisini sol tarafa oturtacağını haber alınca bu duruma gücenip 867/1462 tarihinde İstanbul'u terk ederek Bursa'ya gitti. Orada inşa ettirdiği medresede müderrislik yaptı.

Yaptığı hatayı tamir etmek isteyen Fatih Sultan Mehmed Molla Hüsrev'i İstanbul'a davet ederek Müftü yani Şeyhülislâm tayin etti. Böylece Osmanlı tarafından ihdas edilen Şeyhülislâmlık makamının üçüncü şeyhülislâmı olmuştur.

872/1467 yılındaki ta'un hastalığı salgınından kurtuluşunun bir şükrü anlamında yazmış bulunduğu "Gureru'l-Ahkâm" adındaki furu' kitabını "Dürerü'l-Hukkâm" adı ile şerhederk 883/1478 yılında bitirdi.

Kölelik hakkında yazmış olduğu "Risale fî'l-Velâ" adındaki çalışması kendisinin kölelik hakkındaki içtihadıdır. Bu eserinde görüş olarak önceki âlimlerden ayrılarak teferrüd ettiğinden bazı âlimlerin hücumuna uğramıştır. Özellikle Molla Gûrânî ile karşılıklı reddiyeler yazmışlardır.

Aklî ve naklî ilimlerde âlim ve amil olan Molla Hüsrev her gün güzel hat yazısıyla evvelkilerin eserlerinden ve kendi tasnıfatından iki sayfa yazmayı adet haline getirmişti. Telif ettiği eserler, yazdığı şerh ve haşiyeler Osmanlı medreselerinde ders kitapları olarak okutulmuştur. Eserleri kısmında bu konu üzerinde durulacaktır.

Fatih, huzurunda yaptırdığı ilmî münakaşalarda Reisu’l-Ulema sıfatıyla Molla Hüsrev'i hakem olarak görevlendirirdi. Onun hakemliğinde cereyan eden tartışmalarda verdiği tarafsız kararlar itiraza mahal bırakmazdı.

Talebeleri: Hasan Çelebi (ö. 886/1481), Hasan b. Abdussamed es-Samsunî (ö. 891/1486), Yusuf b. Cüneyd et-Tokadî (ö. 805/1499), İsmail Kemâluddîn Karamânî (ö. 920/1514), Zenbili Âlî Cemâlî Efendî (ö. 932/1525), Molla Manisaoğlu Mehmed (ö. ?/?).

Molla Hüsrev Fatih Sultan Mehmed'in emri üzerine Ali Kuşçu (ö. 879/1471) ile birlikte medreselerdeki tedris programını hazırlamıştır.

İstanbul'da Fatih ilçesi sınırları içinde Vefa, Zeyrek ve Aksaray Sofular yokuşunda olmak üzere üç adet camii ve bunlar için 72.603 akçelik vakfiyesi vardır. Bu vakfiyeye dahil olan dükkanlardan 179 adedi ticaret bakımından önemli merkezler olan Bayezid ve Mahmutpaşa gibi yerlerdedir.

Bursa'da haziresine defnedildiği bir de medresesi vardır.

Kendisine tahsis edilen hizmetçilere rağmen onları çalıştırmayacağına dair vermiş olduğu söze muhalefet etmemek için çalışma yerini kendisi temizler, mumunu kendisi hazırlar ve yakardı.

Başını küçük bir sarıkla örterdi. Öğrencileri ile birlikte kendi evinde yemek yer, onlarla birlikte medreseye gider orada ders verirdi. Öğrencileri yolda onu yalnız bırakmazlardı. Ayasofya camisine girdiğinde halk ayağa kalkar, yol açarlar ve mihraba geçip oturuncaya kadar hiç kimse oturmazdı.

Furû'a ait eserleri: Dürerü'l-Hukkâm fî Şerhi Gureri'l-Ahkâm, Risale fî'1-Velâ.

Fıkıh Usûlüne ait eserleri: Mirkâtu'l-Vusûl ilâ İlmi'l-Usûl, Mir'âtu'1-Usûl fî Şerhi Mirkâti'l-Vusûl ilâ İlmi'l-Usûl. Hâşiye ale't-Telvîh, Fahrulislam Pezdevî'nin usûlüne şerh, Sadruşşerî'a'nın "et-Tevdîh" adlı eserine yazmış olduğu şerh. Tefsire ait eserleri: Haşiye ale'l-Beydâvî.

Arap Dili ve Edebiyatına ait eserleri: Haşiye 'ale'l-Mutavvel.

Kelam ilmine ait eserleri: Akâidu'l-'Adudiyye'ye yapmış olduğu haşiye. Kâşifâtü Şubûhâti'l-Alaiyye. Nakdu'l-Efkâr fî Reddi'1-Enzâr: Ecvibetü Molla Hüsrev alâ Esileti'r-Rûmî.

Küçük Risâleleri: Risâle fî Beyti'1-Mâl ve Keyfıyyeti Tasarrufihi ve Mesârifıhi'l-Öşr. Risâle fî Kavlihi Teâlâيوم يأتي بعض ايات ربك

Mir’ât: "Bu, usûl meselelerinin inceliklerine, akıl ve nakil bihârının dürerine şamil bir mecelledir. Eksiklik sayılacak ibarelerden uzaktır. Basiret sahiplerince kabul görmüş işaretlerle süslenmiştir. Usûl burhanının mîzânı için takvimdir. Mahsûlun hakâikının mustasfasına ulaşmada nâfı'dir. Onun nazmı, ihkâm ile birlikte tenkîh ve kısaltmalardan muğidir. Manası istenilenin tebyîninde gâyedir. Sözün takrîri ve tahkîkinde her şeyi bilen Melikin inâye ve tevfıkine dayandım. "Mirkâtu'l-Vusûl ilâ 'İlmi'1-Usûl" adını verdim. Allah Teâlâ’nın hidâye kenzinden kifayesini, bidâye ve nihâyede hatalardan vikayesini taleb ederim.” ...“Öncekilerin fikirlerini özetleyerek ve sonrakilerine yardımcı olacak temel bilgileri toplayan bir mecelleyi yazdım. Fakat zamanın âlimlerin haset ve inatları yüzünden yıllarca yastığımın altında sakladım. Daha sonra ifadeleri delillendirerek ve anlaşılır biçimde şerh ettim ve "Mir'âtu'1-Usûl fî Şerhi Mirkâti'l-Vusul" adını verdim.”

 

وَبَعْدُ: فَهَذِهِ مَجَلَّةٌ مُشْتَمِلَةٌ عَلَى غُرَرِ مَساَئِلِ الأْصُولِ و (1 ف) دُرَرِ (2 ف) بِحاَرِ الْمَعْقُول وَ الْمَنْقُولِ خالية عن العبارات المدخولة، حالية بالإشارات المقبولة (1).تقويم (2) لميزان (3) برهان الأصول (3 ف). نافع في الوصول إلي (4 ف) مستصفى (5 ف) حقائق (4) المحصول نظمها (6ف) بتهذيبه مع (5) الإحكام (6) مغن عن (7) التنقيح و الإختصار وفحواها ( 7ف) بغاية (8) تبيينه المرام (9) منار (10) لتوضيح (11) منهاج (12) كشف الأسرار رتبتها معولا في (13) تقرير الكلام و(14) تحقيقه على (8 ف) عناية الملك العلام وتوفيقه.وسميتها "مرقات الوصول (الجديدة) إلى علم الأصول". أسأل الله تعالى (9 ف) كفاية من (10 ف) كنـز (11 ف) الهداية و (12 ف) وقاية عن الزلل في (13) البداية و(14 ف) النهاية إنه قريب مجيب وعليه توكلت وإليه أنيب.

Batı âleminde, İslam Hukuk usulünün tanıtılması amacına yönelik Sava Paşa’nın yazmış olduğu meşhur "Etüde Sur La Théorie Du Droit Musulman" adlı eserine büyük ölçüde kaynaklık etmiştir.

"Emir" mutlakın kısımlarından sayarken, "Mîzân sahibi de böyle yaptı" demektedir. Kaynaklardan yorum ve kısa parçalar aldığı gibi uzun parçalar da aldığı görülmektedir. Bu tür alıntılar, zamirlerin mercileri nedeniyle Mir'ât’ın anlaşılmasını zorlaştıran unsurlardan biridir.

Çeşitli şerhlerde konunun yanlış anlaşıldığını belirterek nasıl anlaşılması gerektiğini delillerle izah eder. Usulün konusunu tespit etmede "İhkâm sahibinin seçtiği gibi değil" diyerek, onun seçimini kabul etmediğini dolayısıyla kendi görüşünü eklediği, “Telvîh sahibinin iddiası gibi" diyerek eleştirdiği kaynaklar ve konular çoktur.

Kitabın muhtevası Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas üzerine kurulu olmasına karşın Hakim, Hüküm, Mahkumu bih ve Mahkumu aleyh şeklinde de kendini göstermektedir.

Yaklaşık üç yüz altmış civarındaki sayfada, Kitap ve Sünnet ile ortak olan terimleri açıklar. Bu terimleri de başlangıçta şu şekilde tasnif eder:

1. Vad' itibariyle:      a. Hass,           b. Amm,          c. Müşterek ve            d. Cem'i Münekker.

2. Delalet itibariyle:

Açıklık bakımından:   a. Zahir,          b. Nass,           c. Müfesser ve            d. Muhkem.

Kapalılık bakımından: a. Hafi,           b. Müşkil,        c. Mücmel ve              d. Müteşabih.

3. Kullanılış yönüyle:a. Hakikat,      b. Mecaz, ve ikisnin c. Sarih ve         d. Kinayesi.

4. Vukuf itibariyle:   a. İbare ile,      b. İşaret ile,     c. Delalet ile ve           d. İktiza ile delaletler.

Diğer usul kitaplarının bazılarında bir beşinci kısım olarak verilen fakat Müellifin, yukarıda saydığımız dört kısmın her birisinin altındaki dörder kısmı da teker teker ilgilendirdiğinden dolayı beşinci kısım olarak vermekten çekindiği ve hepsini ilgilendiren ayrı bir kısım olarak verdiği,

a. kaynağını,   b. manasını,     c. tertibini ve              d. hükmünü bilmeyi

Bu dört bölüm, herbirinin altlarında bulunan beşle çarpıldığında yirmi elde edilir (5*4 = 20). Dördün dışında sayılan ve her biriyle teker teker ilgisi bulunan bölümün alt dördüyle, bu yirmiyi çarptığımızda seksen eder (20 * 4 = 80).

Bazıları bunu başka bir açıdan daha da çoğalttılar. Nazmın müfret/yalın olanı dört tanedir (1. grupta sayılanlar), Mürekkep olanı sekiz tanedir (2. gruptakiler). İkisinin toplamı 4 + 4 + 8 = 12 ediyor. 3. grupta olanların bu 12'nin hepsiyle teker teker ilişkisi var. Çarpıldığında 12 * 4 = 48 eder. 4. gruptakilerin bu kırk sekizin hepsiyle teker teker irtibatı var. Çarpıldığında 48 * 4 = 192 eder. En sondaki dörtlü grubun da bütün hepsiyle teker teker irtibatı var. Çarpıldığında 192 * 4 = 768 eder.

Molla Hüsrev'in bazı konularda teferrüd eden bir âlim olduğu daha önce söylenmişti. Dürer adlı fıkhî eserinde doksan yerde teferrüd ettiği, irsen velayet konusundaki içtihadında da önceki âlimlerin görüşlerinden farklı görüşleri olduğu bilinmektedir.

Usul konusunda da diğer âlimlerden ayrıldığı noktalar vardır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Akademik Seminerler

Facebook Twitter Google Plus
Akademik Seminer(Hasan Özket)
Telefon Tablet Bilgisayar Bu website tüm cihazlarla uyumludur.